Ulrich Raulff, Farewell to the Horse: The Final Century of Our Relationship
- Emelnur Ketencioğlu
- 30 Haz
- 2 dakikada okunur
Ulrich Raulff, Farewell to the Horse: The Final Century of Our Relationship, çev., Ruth Ahmedzai Kemp, (Penguin, 2018), 448.

Farewell to the Horse (At’a Veda), Ulrich Raulff tarafından 2015 yılında Almanca olarak kaleme alınmış, 2017 yılında ise İngilizceye çevrilmiştir. Kitap, atlar ile insanlar arasındaki derin bağı ele alarak hayvan ve kültür tarihi açısından önemli bir katkı sunar. Raulff, hayvanları geleneksel tarih yazımında sadece insanlar üzerindeki etkileri bağlamında ele alarak onları pasif bir konuma yerleştirmemektedir. Aksine, bu yaklaşımı tersine çevirerek atların da insanlar üzerinde belirleyici bir özne olduğunu savunmaktadır. Bu doğrultuda eser, insan-hayvan ilişkisini simbiyotik bir çerçevede ele alır; atların tarihsel süreçteki etkisini vurgularken, insanlar ile atlar arasındaki kadim dostluğun 20. yüzyılda köklü bir dönüşüm geçirdiğini öne sürer.
Kitap, atların tarihsel varlıklarını “Yüzüncü Yıl Paktı”,” Kütüphanenin Hayaleti”,” Yaşayan Metafor” ve “Unutulmuş Oyuncu” başlıklı dört temel bölümde incelemektedir. Ulrich Raulff atların tarihsel yolculuklarını tarımdan tarihe, sanattan edebiyata, spordan savaşa çeşitli dönemler üzerinden ele almaktadır. Yazara göre atların toplumsal hayattan çekilmesinin sebeplerinden biri tarımda yaşanan mekanizasyondur. Sanayi Devrimi ile yaşanan makineleşme süreci, tarımda ata duyulan ihtiyacı büyük ölçüde azalttığı vurgulanır. Raulff ’un da belirttiği gibi II. Dünya Savaşı’ndan sonra şehirleşme oranında yaşanan artış, kırsal alanların terk edilmesine yol açarak insan-at ilişkisini zayıflatmıştır. Kısaca, yazar yaşanan teknolojik ilerlemeler ve modernleşme süreci sonucunda atların günlük hayattaki görünürlüklerinin azaldığını belirtmektedir.
Farewell to the Horse, atın tarihselliğine vurgu yaptığı anlatısını görsel materyallerle zenginleştiren kapsamlı bir çalışmanın ürünüdür. Bu görsel materyallerden bazıları atın sembolleştirilmesini incelemektedir. Raulff, bu çalışmasında, at sembolünün hakimiyet, yönetim ve güç kavramları ile ilişkilendirilerek kullanıldığı ortaya koymaktadır. Kitapta, bu sembolleştirilmenin özellikle yönetici ve aristokrat sınıflarında karşımıza çıktığı belirtilir. Örneğin, Jacques-Louis David’in Napolyon’un Alpleri geçişini tasvir ettiği resimde at, hükmetme ve gücün bir sembolü olarak yer alır. Benzer şekilde, Kraliçe II. Elizabeth’in Ascot’ta at üzerinde çekilmiş fotoğrafı da yine sınıfsal vurgu ve statü sembolü olarak öne çıkar. Yazar, bu görsellerle atın tarihsel ve kültürel hafızadaki sembolik anlamlarını okuyucuya aktarmaktadır.
Ulrich Raulff, çalışmasında yalnızca atın sembolik anlamlarını okuyucuya aktarmakla kalmamış, bunun yanında atlarla ilgili tıbbi ve fizyolojik konulara da değinmiştir. Bu bağlamda, 16. yüzyılın önemli bir at anatomisti olan Carlo Ruini’nin 1599 yılına ait “A deeper look: Anatomia del Cavallo” eseridir. Kitapta “Kütüphanenin Hayaleti” bölümünde ele alınan bu öncü çalışma, yalnızca atın fizyolojik yapısını incelemekle kalmaz, aynı zamanda yüzyıllar önce atlar üzerinde yürütülen tıbbi çalışmaların anlaşılmasına da katkıda bulunmaktadır. Raulff, kitabın ilerleyen bölümlerinde atın tarihteki rolünü vurgulamak için fizyolojinin ötesine geçerek soy ağacı ve şecere çalışmalarını da ele alır.
Kültür tarihçisi Ulrich Raulff, kitabını romantik bir anlatı üzerinden kurgulamaktadır. Yazarın temel motivasyonu geleneksel tarih yazımının antroposentrik bakış açışını sorgulayarak, atların insan tarihindeki kurucu rolünü ortaya koymaktır. Bu çalışmada temel olarak cevaplanmaya çalışan sorular ise atların tarihsel rolü, insanla olan kültürel bağı, modern dünyadaki yeri ve etkileridir. Raulff ‘un söz konusu sorulara cevap ararken okuyucuya keyifli bir okuma tecrübesi sunduğunu düşünüyorum. Okuma tecrübesini keyifli kılan noktalardan biri ise çalışmasında kullandığı ilgi çekici örneklerdir. Bu sayede kitap sadece akademik çevrelere değil, genel okuyucu kitlesine de hitap etmektedir. Farewell to the Horse, atın tarihselliğine dair sunduğu kapsamlı anlatının yanı sıra, insan-hayvan ilişkisinin günümüzdeki boyutlarını düşünmemize ve bu ilişkinin insana düşen sorumluluklarını da sorgulamaya yönelttiğini düşünüyorum.